Mektubunuz Var!
İçinde yaşadığımız ve bizi çılgınca oradan oraya savurup duran çağ hakkında birkaç söz söylememiz istense sanırım akla ilk gelen “iletişim” olur. Bilginin saniyelik bir hızla yüklenip dağıldığı bir çağ için en uygun kelime gibi görünüyor. Peki her zaman her yerde karşımıza çıkan; en etkilisinin nerede, nasıl yapılması gerektiğiyle ilgili onlarca yazı yayınlanan iletişim nedir?
Bugüne kadar birçok kez tanımı yapılmış olan iletişimi TDK şu şekilde tanımlar: “Duygu, düşünce veya bilgilerin akla gelebilecek her türlü yolla başkalarına aktarılması, bildirişim, haberleşme, komünikasyon.” Gerçekten de şu dakika da hangi ülkede ne gibi olaylar yaşanıyor, gezi planımız için en uygun konaklamayı nereden sağlayabiliriz, ekonomideki son gelişmeler neler hatta “İletişim nedir?” sorusunun yanıtını saniyeler içerisinde alabiliyoruz bugün. Peki iletişim sadece bilgi alışverişi midir? Bugün iletişim çağı dediğimizde aklımıza gelen sadece bu alışverişin yapılma hızı mı geliyor? Ya da bugüne kadar böyle miydi iletişim?
Zamanla Değişenler
Etrafınızda yaşayanları biraz gözlemlerseniz görüşmek için bir araya geldiklerinde ya sohbetlerinin cep telefonu kontrolü için verilmiş aralarla ya da herkesin elindeki minik ekranın arkasında oluşturduğu kendi dünyasına dalıp gittiğini görürsünüz. Artık yan yana gelmeyi pek de önemsemez olduk . Bir başkası için kendi yaşamımızın rahatından ödün vermeyi istemiyoruz. Birini anlamak ama gerçekten anlamak bir kenara dinlemek için bile ayıracak zaman bulamıyoruz artık. Oysa çok değil bundan 20-30 sene evvel durum bu denli kötü değildi.
Teknoloji hayatımıza birçok kolaylığı getirmemişti evet ama insanlar onun esiri de olmamıştı henüz. Postane, postacı gibi kelimeler kullanılırdı günlük hayatta ve yediden yetmişe herkes bu ikisinin ne anlama geldiğini de bilirdi. Postacının geldiği sokağın bir ucundan görüldü mü uzaktaki akrabasından, askerdeki oğlundan, şehir dışında okuyan çocuğundan gelen mektup var mı diye merakla beklerdi. Hele uzun süredir yazıştığınız bir mektup arkadaşınız varsa dört gözle beklerdiniz ondan gelecek mektubu. Acaba bahçede beslemeye başladığı kedi iyileşti mi, matematik dersinden kaç puan aldı acaba?” gibi türlü soruyla çocukça ama inanılmaz keyifli bir bekleyiş başlardı.
Mektup yazmaksa ayrı bir tattı. Kağıdını özenle seçer, zarftan çıktığında yamuk yumuk görünmesin diye özene bezene yazar, gözünüze çirkin göründü mü sil baştan yazardınız. Ama asıl güzel olan yanı. Mektup yazmaya verilen değerdi. Ulu orta yazılmazdı mesela, sessiz sakin bir yer aranırdı. Sanki karşınızda o kişi varmış gibi içtenlikle. Derin bir odaklanmayla. Eğer bir cevap mektubuysa ve bir derdini yazmışsa size kelimelerinizle sırtını sıvazlar ve yanında olduğunuzu hissettirirdiniz.
Mektuplaşmanın Sevinci
Şimdilerde çocuklar mektup diye bir şeyin var olduğunu duyuyor ama ruhundan pek de haberdar değiller. Mektuplaşmanın ne denli keyifli bir iş olduğunu bilemiyorlar. Bu nedenle hem bu güzel duyguyu onlara yaşatmak hem de mektup yollamayı deneyimleyip onlara gerçek dünyada somut olarak ulaşabilecekleri bir değer vermek adına onlarla bir etkinlik yaptım. Mektup yazmak için uğraşmalarını, kendi elleriyle postalamalarını, mektubun ulaşıp ulaşmadığı bekleyişini yaşamalarını ve her şeyden öte ömürlerinde bir kez bu deneyimi tatmaları ve fikir sahibi olmalarını istedim. Ve sonuçtan inanılmaz keyif aldım en az onlar kadar. Kim bilir belki de içlerinde mektuplaşmaya devam etmek isteyenler olur. Sizce de şahane olmaz mı?
Melike Akyüz Emeksiz
Gökkuşağı Koleji Ümraniye Kampüsü
Türkçe Öğretmeni
Facebook Sayfamız için -> https://www.facebook.com/gokkusagikoleji